25 Eylül 2012 Salı

Kürşat Başar - Sen olsaydın yapmazdın, biliyorum.

...bu dünya yabancıları sevmiyordu, bilim kurgu filmlerinde bile uzaydan gelenleri yok ediyorlardı...

Ben olsaydım ne yapardım? Hiç bilmiyorum. Zor bir soru olabilirdi o şartlar altında galiba sanırsam herhal.

Evvvet, Orta Doğu ve Balkanlar'ın en süpersonik insanları, bir yazı ile daha karşınızdayım.

İşten çıktım saat altı gibi, eve geldim. Dedim bir şeyler okuyayım. Sonra gittim, gözüme ince bir kitap kestirdim. Okumaya başladım. Sonra bir baktım ki kitap bitmiş! Aman Allah'ımmm! Zaman ne ara geçti hiç anlamadım.

...televizyon hep açık, bu tuhaf kutuyu biz yalnız insanların hayatından çekip alsalar dünya birbirine girerdi herhalde...

Seviyorum Kürşat Başar'ın tarzını sanırım, bunu anladım. Daha önce Başucumda Müzik'i okumuştum. O da çok hoşuma gitmişti.

Bu kitabı okurken de nasıl diyeyim, hımmm, sanki Esaretin Bedeli'ni izler gibi okudum. Konu alakasız yalnız, demeye çalıştığım öyle sakin sakin, o kadar güzel ve akıcı gitti ki kitap, bittiğini bittiğinde anladım. Çok zekiyim sanırım, hep ondan oluyor bunlar. Bittiğini bittiğinde anlamışım, yuh!

Ben de bir bıçakla gölgemi kessem, bu lanetli ruhtan kurtulabilir miyim?

İki hatun kişi ile bir er kişinin oluşturduğu bir sevda üçgeni diyebilirdim kitabın konusu için ama diyemiyorum; çünkü pek de öyle sayılmaz. Bu hatun kişilerden birisinin dilinden okuyoruz kitabı, onun düşünceleri üzerinden yalnızlıkla ilgili bazı tespitler yapıyoruz, sözcüklerin bazen ne kadar kifayetsiz kaldığına şahit oluyoruz birçok kez derken hooop, bitiyor kitap. Ama aceleye getirilmiş bir bitiş falan da değil bu, tadında bırakmak diyelim biz ona.

Siz hiç kendini öldürmüş biriyle birlikte oldunuz mu?

Böyle bir dinginlik çöktü üzerime okurken. Kimin üzerinde asıl bir etki yapar bilemem tabii ama okumanız için gönül rahatlığıyla tavsiye edebilirim. 112 sayfalık bir eser, hemencek okursunuz zaten. Fakat bazı sayfaları ağır ağır okumak çok daha fazla keyif almanızı sağlayabilir, bende olduğu gibi.

Bizim gibi birbirine benzeyen, bizim gibi hayatın yalnızca kaçamaklarını yaşamak isteyen zayıf insanlar asla birlikte olamaz.

Genel olarak cümleler çok uzun ve hep virgüllerle ayrılmış olduğu için yaptığım bazı alıntılar da bunların arasında altını çizdiğim yerler oldu. Bunu da niye özellikle belirttim bilmiyorum ama fazla bilgi göz çıkarmaz, rahat olun. Aşağıdaki alıntı ile bitiriyorum. Okurken önce bir umut dedirtti, sonra da gerçeği şak diye vurdu yüzüme zaten, moralim bozuldu. Siz yine de esen kalın. 

Yalnızlık en büyük acıları bile derinleştirmeye, yeniden biçimlendirmeye yarayabilir. Bazen.

21 Eylül 2012 Cuma

Yenilik Şart!

Sevgili insancıklar, çok mutluyum lan! Nabersiniz? Ne var ne yok? ikinoktaüstüstekapalıparantez

Yavaş yavaş da olsa bir yerden başlayacağımı biliyordum ve hatta bunu yapmaya da kararlıydım. İşte, nihayet ilk kitaplığıma kavuşmuş bulunmaktayım. Gönül isterdi ki memlekete götürmek/göndermek zorunda kaldığım kitaplarım falan da yanımda olsa şimdi de süsleseler kitaplığımı.

Aslında düz, klasik bi kitaplık alacaktım ama başlarım lan dedim, sürü psikolojisi nereye kadar? Değişik bişe olsun. Sonra da gittim Hepsiburada'da en çok satılan kitaplıklardan birini aldım! Lan?! Bi yerde bi yanlış yaptım biliyorum ama neyse.

Dikkatimizi çeken (evet, dikkatiMİZi; çünkü neden? Çünkü yayında ve yapımda emeği geçen adaşım ve kankam da öyle şeetti.) en acayip noktalardan birisi takım halindeki Denemeler'in ufak rafa tam olarak uyması oldu. Sanki takım olarak okumuş da öyle üretmiş mübarekler kitaplığı. Takdir ettim.

Tost makinesinden hallice telefonum Sony Ericsson w810i ile çektiğim için fotoğrafları, görüntüler biraz acayip olabilir ama yok lan, bence gayet hoş olmuş. Kaldı ki telefonumu da öyle böyle sevmem. Hangi telefonda var sanki ondaki kulaklık ve ses kalitesi? Hıh!

Bu arada, hazır böyle bir yazı yazmışken ve de aklıma gelmişken yeni evimizin dış görünüşü hakkında bilgi verecek bir paylaşımda bulunmak isterim. İstanbul'da böyle bir mahalle ortamında kalıyor olabilmek hakikaten süper bence.

Ehem, neyse, yeter bu kadar artistlik. Şimdi gideyim de şu kitaplığın içine saçmasapan birkaç eşya doldurayım. Ne de olsa yeni alınan her şeyi kaderi zamanla bu oluyor. :)

Esen kalın efem.

 

20 Eylül 2012 Perşembe

Hissiyat, #2

Dek'e...

Hayat böyledir işte... Akıp gider, ne durdurabilirsin ne de dur diyebilirsin. Kimine hoştur, kimine boş. Kimi bilmezken elindekinin kıymetini, kimi en ufağıyla mutlu eder kendini. Ve çevresini...

Gece düşündürür insanı, bazen neyi düşündüğünü bile bildirmeden... öylesine... sadece düşündürür.

Sonra, insan geri alamaz yaptıklarını. Hatta bazen bile bile, göre göre yapar aynısını; defalarca. Bazen çünkü kaçış yolu yoktur insanın. Adım atamaz, nefes alamaz.

Yalnızlıktan bile kötü olan olur sonra: kendini bile anlayamaz. Kavrayamaz, tutamaz, edemez, gidemez, kalamaz, yapamaz, kaçamaz, kurtulamaz. Kendi içinde sıkışır, kalır.

Fakat umuttur ya işte, hazır dibe vurmuşken; yani düşecek daha aşağı bir yer yokken hazır; işte o zaman belki, düştüğü yerden güç alıp kaldırır ayağa kendini. Umuttur işte; ne kendisiyle yaşatan ne de kendisiz... umuttur işte.

Gerçek olsa keşke.


16 Eylül 2012 Pazar

Hermann Hesse - Knulp

"Benim düşünceme göre, en güzel şey öyledir ki, bizde hazdan ayrı hüzün de, hatta korku da uyandırır."

Kitapseverler, kültürlü insanlar, gençler ve hep genç kalanlar, ne oldum demeyip ne olacağım da demeyen üşengeçler, hepinize selam olsun efem. Yine entel karakterimi takındım ve geldim, karşınızdayım.

Bilen bilir, Çanakkale'den İstanbul'a yeni taşındım sayılır. Hatta yarın bir hafta olacak, neyse. Çanakkale'den ayrılmadan önce otobüs saatini beklerken ne yapsam da zaman geçirsem diye (güya) kendime sormuş ve soluğu yine (!) kitapçıda almıştım. İyi ki de yapmışım. Knulp gibi bir karakterle tanıştım çünkü.

" 'Knulp' dedim, 'kızlara o kadar fazla şey vaat etme, sonra çok sürmez, seni dinlemez olurlar.' "

Knulp, Hermann Hesse amcamızın yazdığı ufak öykülerden oluşan sayfa sayısı olarak miniminnacık (104 sayfa) ama içerik olarak kocaman bir kitap. Göçebe yaşayan Knulp'un hayatından kesitler anlatıyor bize. Knulp amcamız ömrü boyunca vurmuş kendini dağa bayıra, o diyar senin bu diyar benim gezmiş durmuş. Hermann Hesse de gençliğinde böyleymiş, bu yüzden Knulp'ta biraz da kendisini anlatmış diyenler de mevcut. O kadarını bilemeyeceğim, Hesse'yle tanışma fırsatım olmadı çünkü.

"İnsanlar arasındaki ilişkilerde saklı acıyı henüz tatmamış, kendilerini birbirlerine bağlayan bağ ne kadar sıkı olursa olsun iki insan arasında her zaman bir uçurumun var olduğunu, bunu ancak sevginin, o da zaman zaman oluşturacağı geçici bir köprüyle aşabileceğini henüz yaşamamıştım."

Evet, böyle iddialı cümleleri de var Knulp'un. Çok harbi adam vesselam, sevdim kendisini. İnsanın böyle pastoral arkadaş(lar)ı olmalı yahu. Hem adam net, çok okuyan değil de gezen bilir diyor bir yerde. En azından kararlı. Evet evet, sağlam bir karakteri var Knulp'un gerçekten.

"Her insan ermiş biridir, yeter ki düşünceleri ve eylemleri gerçekten ciddi nitelik taşısın."

Knulp'u bu kadar sevmiş olmam da sanırım şu altta yazdığım alıntının da payı büyük. Aynı ben mübarek

"Rüyamda birbirinden güzel, birbirinden keyifli şeyler gördüm, ama hiçbiri aklımda kalmadı; tek anımsadığım şey, gördüklerimin şahane şeyler olduğu."

İtiraf etmelisiniz ki hepinizin başına geliyordur bu; görünen rüyayı hatırlamamak! İtiraz edeni esefle kınıyorum ve Knulp kankamın, bu şair ruhlu insanın mısralarıyla sizlere veda ediyorum; esen kalın:

"Uçar gider kırlangıçlar,
 Yapraklar dökülür ağaçlardan,
 Çok geçmeden her şey sararıp solar..."
 

15 Eylül 2012 Cumartesi

Firefly & Serenity


Hunharca harcanmış dizilerden olan Firefly geldi aklıma durup dururken. Durduk yere sinirlendim yine bak. Çk çk çk... Böylesine bir dizi bu şekilde harcanır mııaaağ?!

Bu zamana dek neden yazmadım bilmiyorum gerçi, izleyeli bir yıldan fazla oldu çünkü. Herhalde o zamanki gazımla yazsam argo edebiyatına deli bi külliyat kazandırırdım; sanki internette yeterince yokmuş gibi.

Ulan Fox, yapılır mıydı bu bize bee?! (Bu arada lisede lakabım Fox(tilki)'tu lan benim, lan?!) Sen git böyle bi dizinin sırasını bile karman çorman edip yayınla. Reva lan size milletten yediğiniz onca küfür, küfüre ne kadar karşı olduğumu da bilen bilir. Anlayın yani.

Ulan Joss Whedon'a yazık değil mi bir kere? Bu adamın elinden sakat iş çıkmış mı hiç? Hey Allah'ım yaaa! Allah'tan adam gitti Serenity'yi çekti de bir nebze olsun sakinleşti insancıklar. Bu arada bilmeyenler için söyleyelim ki Serenity, bir nevi Firefly'ın devamı ya da finali (!) olarak düşünülebilir.

Ama yeter mi? Yetmez! Sekiz dakikadır (evet, süre tuttum!) kötü kötü duygularla oturuyorum burda, günahı boynunuza valla.
 
Gitmeden önce son bir şey: Nathan Fillion deliliğim bu güzide diziden sonra başladı, evet. Adam çıksa yere tükürse izlerim artık. Sonra da "biz seni bunun için mi sevdik lan" diye artistliğimi de yaparım gerçi. Gerçi bence biz on numara anlaşırdık onunlar. Belli mi olur, belki birgün tanışırız. Hayal dünyam çok geniştir benim; herkese, her şeye yer var. :)

Serenity'me atlar, çeker giderim bu diyardan.
 

Tragedyalar Üzerine...

Hemen birkaç satır bir şey karalamazsam çatlayabilirim! Allah'ımmm, o nasıl bir yetenektir ya?! Hayatımda ilk defa şiir okurken bildiğin heyecanlanıp kılıktan kılığa girdim.

Huuhhhhh... Derin bir nefeesss... Tamam lan, yok bir şey, sakinim.

Sayın kişi, oku bir zahmet şu Tragedyalar'ı, lütfen! Gotik desen evet, etkileyici desen evet, tespit desen gırla... Daha ne istiyorsun ki yani?


İçimdekilerin yüzde sıfır nokta yetmiş dokuzunu (küsüratlı veriyorum ki salladığım anlaşılmasın) ancak anlatabildim şu an. Hani ben söylemiş olayım da sonra vay efendim ben duymadım falan olmasın.

Sonrası Kalır - I'i de bitirince genel bir yazı yazmayı düşünüyorum tabii ki ama Tragedyalar için ayrı bir yazı olsun istedim burda.

Ve şiirlerler ilgili bir içerik bilgisi de kullanmadım farkındaysanız (cümleye de Edip Cansever gibi 'Ve' ile başladım ya, ölsem de gam yemem herhalde artık!). Okuyun, öğrenin bi zahmet. :)

Bir de acaba bu Tragedyalar sahnelenmiş midir diye düşünmeden edemiyorum. Bu konuda bir bilgim yok ve sahnelememişlerse bu adamlar daha neyi sahneliyorlar çok merak ederim, baştan söyleyeyim!

Bu da bonus: Edip Cansever, Tragedyalar'ı nasıl ve neden yazmış? Ekşisözlük yazarı suyunrengi'ne teşekkürler. :)
 

11 Eylül 2012 Salı

Musti Yollarda, Sinemalarda...

Taşındım. Bir yerden gittim, bir yere geldim. Arada geçen zamandan soğudum. Sanırım artık otobüsle uzun yola çıkmak benim için çekilmez bir hal almaya başladı. Uzun zaman böyle bir maceraya atılmamayı diliyorum.

Doğup büyüdüğü yerde ilköğretim ve liseyi okuyup, sonra üniversite için yaklaşık 1600 (yazıyla bin altı yüz) kilometre uzağa, Çanakkale'ye gitmiş birisiyim ben. Birisiydim. Evim bellediğim Çanakkale'den ayrılmak zor oldu mu? Çok ilginç ama hayır! Ama ilerleyen yıllarda yine Çanakkale'ye gitmek ve orada yaşamak istemez miyim? Kesinlikle isterim. Oraya benim gibi zat-ı muhteremler her zaman lazım bence. :)

İyi de bu kadar dırdır edene kadar nereye gittiğini söylesene be adam diyen sayın okur, iki dakka sus. Kafamı karıştırma. Bak, bir şey diyecektim. Senin yüzünden unuttum. Çk çk çk... Ehem, neyse...

Yeni yaşam alanım Yeniköy/İstanbul efem. Onca zaman burada ben entelim dedim dedim, inanmadınız. Bakın şimdi n'oldu?! Sanırım birçok kişinin de söylediği gibi en yaşanılır yerlerinden birisine gelmişim İstanbul'un. Yeni evimizi de çok beğendik yahu. Fırsat olursa ilerde fotoğrafını paylaşıp entelliğime entellik katmak isterim. :)

Kahvaltı için mekanın birine gittik bugün. Su böreği süperdi. Büyük ihtimalle ilerde ismini paylaşırım orasının ama daha birinci günden reklam yapmak istemiyorum. Önce sponsorluk anlaşması yapmam lazım. :)

Bir de bugün, hayatımda ilk defa bir ŞEHİRde yaşadığımı hissettim. Vay canına, bu da böyle bir anımdır sayın seyirci.

Biraz zaman geçsin bakalım ne olacak ne bitecek. Sevdim burasını, gelmekler iyi etmişim sanırım.

Şimdi gidiyorum. Umarım bundan sonra daha sık bu tip yazılar yazarım. Hep eleştiri hep eleştiri nereye kadar? Az da kendimi eleştiririm belki ilerleyen zamanlarda. Evet evet, bunu yapmalıyım.

Bu civarda yaşayan ve bu yazıyı okuyan süperötesi insanlar varsa en yakın kitapçıyı ve sinema salonunu falan bi şeeetse diyorum. ;)

Evet, göz kırpma işaretini de kullandığıma göre cıvımaya başlıyorum demektir. Gideyim en iyisi. Esen kalın aziz insancıklar.

Mustafa Şahin, İstanbul'dan bildirdi.

9 Eylül 2012 Pazar

Oscar Wilde - Tüm Öyküler

"Aşk iyi de dostluk daha yüce bir şey. Doğrusunu isterseniz bence bu dünyada sadık bir dost kadar soylu ve nadir bulunan bir şey yoktur." (Sadık Dost)

Efendiiiiim, sanatın ve sanatçının dostu güzel insanlar, merhabalar. Nasılsınız? Hımmm, olsun olsun, olur ara sıra öyle şeyler. Sıkmayın canınızı. Bakın bende ne vaaaar. :)

"Kesinlikle bir şey yapmak zorunda kalana kadar hiçbir şey yapmamaya karar verdi." (Dorian Gray'in Portresi)

Giriş için bu kadar zevzeklik yeter, ehem. Oscar Wilde'ın tüm öykülerinin toplandığı bu güzide eserle karşınızdayım yine. Mitra Yayınları basmış. İyi yapmış bence. Toplu öykülerin ve şiirlerin bir araya getirildiği basımları seviyorum. Ulaşması ve yazarın ya da şairin zamanla nasıl değiştiğini görmek açısından çok güzel oluyor.

"Bir süre sessizce durdular. Sonra kadın her zamanki şikayetlerine başladı. Kadınlar saldırarak kendilerini savunurlar." (Dorian Gray'in Portresi)

Daha önce toplu basım olarak Edgar Allan Poe'nun öykü ve şiirlerini okumuş ve yazmıştım. Şimdi de Oscar Wilde... Ama tabii kulvarları çok çok, daha çok, yani çooook farklı. Maksat Edgarcığım Allancığım'ın adı geçsin yazıda. :)

"Tartışma çok sıradan bir şeydir ve sosyetede herkes tam olarak aynı fikirleri paylaşır." (Göz Alıcı Fişek)

Kitapla ilgili tek sıkıntım çevirisinin yer yer can sıkacak kadar sığ olması. Nasıl yani? Şöyle ki: "O, aynada kendine baktı ve o bunu sık sık yapardı." gibi cümleler var. Benim gibi düz bir insansanız siz de bu tip cümlelerin "Aynada meymenetsiz suratına baktı, zaten bundan sık yaptığı bir iş de yoktu." gibi olmalarını istersiniz diye düşünüyorum. Tabii bu abartılı bir örnek oldu, farkındayım. Ama siz anladınız benim demek istediğimi, değil mi?

"Uygarlık öyle kolayca kazanılan bir şey değildir. Ona ulaşmanın sadece iki yolu vardır. Birincisi kültürlü olmak, ikincisi namussuz olmaktır." (Dorian Gray'in Portresi)

Dorian Gray'in Portresi'ni kesinikle okumanızı tavsiye ederim en azından. İçerisinde milyon tane aforizma var herhalde. Adamın tüm cümleleri genel kanıya ters gibi ama ikna edici. Severim böyle ters adamları, aynı ben. :) Tabii burda bahsettiğim adam Dorin Gray'in kendisi değil. Kim olduğunu da söylemeyeceğim, okuyunca görürsünüz.

"Kertenkeleler doğuştan filozoftular ve yapacak bir şey bulamadıkları zaman veya çok yağmur yağdığı için dışarı çıkamadıklarında bir araya toplanıp saatlerce düşünürlerdi." (Prensesin Doğum Günü)

Ben bir de Balıkçı ve Ruhu'nu çok beğendim. Hani tüm öyküleri okumak istemeseniz bile eliniz değmişken bunu da okuyun bence.

"Eğer bir insan sanatsal düşünüyorsa beyni kalbindedir." (Dorian Gray'in Portresi)

Söyleyeceklerim bu kadar sayın okur, şimdi gidiyorum ama yine geleceğim. Hoşça kal.

"Ancak biraz güldükten sona fakirliklerini hatırladılar ve hüzünlendiler." (Yıldız-Çocuk)

2 Eylül 2012 Pazar

İskender Pala - Od

"Bildim ki insan sevinince, üzüldüğünden daha şiddetli ağlarmış."

İskender Pala'nın son romanı Od'u da nihayet okumuş bulunmaktayım efem. Ne iyi ettim değil mi? Bence de, evet.

Normalde yine zevzek bir yazı yazma isteği ile doluyum ama çarpılırım falan diye de tırstığımdan elimden geldiğince normal olmaya çalışacağım.

"Kim deli olduğunu söylüyorsa elbette akıllıdır."

Evet, bence de. Çok doğru. Misal ben, zırdelinin tekiyim ya! Yani öyle böyle değil. Ama bu zırdeliliğin içinde nasıl yaptımsa bu kitabı okudum ve yine kızdım kendime, adam gibi ilk çıktığı zaman okusaydın ya diye. Çünkü kitabı ilk çıktığı zaman almıştım. Daha ikinci baskısı elimdeki. Neden bu kadar beklettim bimliyorum. Neyse, biraz içeriğinden bahsedelim kitabın.

Adı üstünde Od, bir Yunus romanı. Yunus Emre'yi anlatıyor. Güzel bir kurgusu var her ne kadar bana aceleye getirilip bitirilmiş gibi gelse de. Mesela ortalarındaki genişliği sonlara da yaysaymış İskender Pala, yani iki yüz sayfa daha yazsaymış fena mı olurmuş? Ama tabii İskender Pala bu, bir bildiği vardır elbet.

"Önemli olan, insanın, korkacağı bir Tanrı mı, yoksa sevip umut edeceği bir Tanrı mı istediğiydi."

Cahilliğimin boyutlarından bahsetmek istiyorum biraz da. Yunus Emre'yi ne kadar biliyordum bu kitabı okumadan önce? Sırtında bağlaması ile gezip duran bir derviş vardı gözümde nispeten. Tapduk Emre ismini duymuştum bir de ama hakkında nerdeyse hiçbir şey bilmiyordum. Bu kadar, evet. Kooca Yunus Emre hakkındaki bilgim buydu! Bana yazıklar olsun, haklısınız.

Belki de bu bilgisizlikten dolayı kitabı okurken Hacı Bektaş-ı Veli, Mevlana, Tapduk Emre, Yunus Emre gibi insanların belirli zaman dilimlerinde de olsa aynı dönemde yaşadıklarını öğrendim. Yunus Emre'nin tüm bu insanlara diyaloğu olduğunu okudum ve şaşırdım. Öğrendim, öğrendikçe şaşırmaya devam ettim. Yani bugün hiç bilmeyene Mevlana deseler sırf adından ve bilinmişliğinden insan birkaç cümle kurabilir. Ama Yunus, Tapduk Emre? 

"Kurtulanlar, bilmediğini bilenlerle bildiğini bilmeyenlerdir. Onlar birbirini bilir, birbirlerinden bilir, birbirleriyle bilir."

İşte sırf bunun için dahi bence okunmalı bu kitap. Sırf bunun için dahi olsa İskender Pala'ya teşekkür edebilmeli insan. Tarafsız bakmaya çalışmak lazım, en kötü ihtimalle tarih öğreniyor insan. En iyi tarafını okuyanlar kendileri söylesinler tabii. Benim adıma yukarıda bahsettiğim cehaletimin boyutlarını anlamamı sağladı diyebilirim. Şu anda gözümde Yunus Emre'nin yeri çok daha başka.

Kitabın detaylarıyla ilgili bir şey yazmak istemiyorum, ilgilenenler zaten okumuştur ya da okuyacaktır ama bu tip tarihi kurgu kitaplarının artmasını istiyorum ben açıkçası. Gidip lise tarih kitabından kim tarih okuyup öğrenmek ister ki şu anda? Ben istemem kendi adıma. En etkin yöntemlerden birisi bu tarihi kurgu romanlar bence. Daha çok okumak ve öğrenmek lazım. Neler yatıyor tarihte neler!

"Pişmanlık kadar insana yakışan bir hal tanımadım ben Molla Kasım. Düşün ki ateşe etılmış yanıyorsun ama her yanış bir kere daha temizliyor seni."

Kitap için kardeşimle zıt düştüğümüz bir nokta yazıların büyüklüğüydü. Bana göre bir iki punto daha küçük olabilirdi. O ise böyle iyi olduğunu söylemişti. Şimdi tekrar bakınca ona hak veriyor gibiyim ama şımarmasın hemen, henüz tam kararımı vermiş değilim.

Gene düşündüğümden uzun bir yazı oldu. Buraya kadar zahmet edip okuyan YOKSA çok şey kaybeder. Çünkü birazdan hayatın anlamını açıklayacağım! Şaka şaka, heyecan yapmayın hemen. Sadece yürekten bir teşekkür etmek istiyorum ve bitiriyorum efem. Sağ olun, var olun.

"Mekan olarak yakında olmakla gönül olarak yakında olmak çok farklıydı."