28 Mayıs 2012 Pazartesi

İthaf

Başnot: İşbu yazı, hayatımı anlamlandırmak hususunda milyarlarca insanı geride bırakarak hem bugünümü hem de tüm ömrümü neşelendiren kardeşceğizime (yiiiğrıma, bebişime) adanmıştır.

Amma lakin ki şımarmasın hemen; çünkü yazı ona adandı diye ondan bahsedecek değilim. Kendini yalnız hissetmesin diye böyle bi kıyak yapayım dedim (bu arada Allah'tan aramızda binlerce kilometre mesafe var, yoksa gebertirdi beni (: ). 

Kızma hemen yiiğrım, seni buralarda kelimelerin hal diline emanet edecek kadar az sevmiyorum ben. Ha, gerçi senin benim gibi bir abiye sahip olman daha güzel olsa gerek ama o kısma değinmesem de olur. :)

Tabii şimdi seni iki paragrafta övdüm diye diğer yiiğrımımla ayıcığımı unutmuş değilim. Onun için adam ol, akıllı ol.

***

Şimdi pek sayın okuyucu, bu benim bebişim bu akşam öyle bir şey yaptı ki feleğim şaştı. Vakti zamanında ben buna çok dil döktüm 'bak okul bitti, bi hobi edin, ne bileyim git fotoğraf çek, blog aç, yazı yaz...' falan diye. Meğersem blog açmış yahu! Benim haberim yokmuş. Abdal da değilim ki malum olsun. Bende olanı aptallık, abdalı kim kaybetmiş ki ben bulayım? Bi zahmet söyleyeymiş iyiymiş.

Evet, blog açmış. Şaka gibi gerçi, blogu da 1 Nisan'da açmış arkadaş. Hey Allah'ım yaaa... :))

Bu yazıyı yazmamın sebebi ise ilk blog yazısı. Hayatımda 'çok mutlu olduğum anlar' kümesine yeni bir eleman ekleyecek bir harekete imza atmış kardeşceğizim. Kendisine sonsuz teşekkürlerimi armağan edip, o yazının TAM OLARAK BURADA yer aldığını belirterek huzurlarınızdan ayrılmak isterim.

Yazıyı sana adadım diye senden bahsedecek değilim demiştim ama sanırım epey bi bahsetmiş sayıldım. Bu da kendime vermiş olduğum bir ayar olsun. İbret olsun diye de silmiyorum. :))

***

Aile önemlidir millet, sizler de aileniz için paha biçilmezsiniz. Sakın unutmayın! ;)

Dipnot: Yine işbu yazı, anın getirmiş olduğu aşırı gazla yazılmıştır. İlerde bakıp gülmek serbesttir. Hatta şimdi gülmek de serbesttir. Mutlu kalmanız dileğiyle... :)
 

23 Mayıs 2012 Çarşamba

Everybody Dies, Everything Ends

Ah ulan ya, kooooca House MD bitti. İçimdeki boşluğu özkütle denklemi ile bile açıklayamam, o kadar zoruma gitti. Halbuki ne güzel anlaşıyorduk.

Fazla bir şey yazasım yok. Televizyon tarihinin en orijinal karakterlerinden birine tanıklık etmiş olmak bile çok güzeldi. Finali de çok beğendim zaten. Bir Lost olmadı en azından. :) Zekası, gıcıklığı (aynı ben (: ), bulmaca takıntılı zihni vb. sayabileceğimiz bir sürü özelliğini aldı gitti resmen. 

Benim gibi "ben dayanamam, ara sıra yad etmek lazım" diyenler için, burada alıntılarını ve felsefi sözlerini bulabileceğimiz on numara bir arşiv mevcut. Tabii en fena bölümlere göre sıralanmış bir listesini de paylaşmamak ayıp olurdu. O da burda, evet evet, tam olarak burda!

Bu kısa yazıyı House tarihinden en beğendiğim ve gülme krizine girdiğim sahnelerden birisinin görüntüsü ile bitirmek istiyorum. İzleyenler zaten beni anlayacaklardır. 

Bu arada izlemeyenler bence Swan Song isimli özel bölümü de izlesin. Çok eğlenceli ve klas bir hareket olmuş. :)

 

9 Mayıs 2012 Çarşamba

Hangi Kitabı Hangi Çeviri İle Okumalı?

Merhabalar, epey zamandır kafayı bozmuş olduğum bir konu ile karşınızdayım efem: Hangi klasik eser hangi yayınevinden, kimin çevirisi ile okunmalı?

Evet, gördüğünüz gibi soru oldukça kazık. Kimse de çıkıp dememiş ki hacı bizden okuma, biz bu işi beceremiyoruz. Eline kağıt kalem ve sözlük alan çevirmiş resmen. Böyle de olmaz ki yani, çk çk çk...

Ehem, neyse... Ortamı germeyelim.

Birçok forumda gezip araştırdıklarım sonucunda edindiğim netice şudur ki İletişim, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları Hasan Ali Yücel Klasikler Dizisi ve Can Yayınları başta olmak üzere Cem Yayınevi (sitelerinde bir sorun var sanırım), Varlık Yayınları (hey gidi, lisedeyken az mı okudumuştuk; bir şey anlamıyordum o ayrı (: ), Altın Kitaplar ve Remzi (böyle yazınca çok sempatik durdu), bu işin hakkını verenler. Hem zaten ben de koooca İş Bankası'nın yerinde olsam bu işi hakkıyla yapamayacaksam hiç bulaşmazdım yani. Adamların bir adı var, işlerini ciddiye almak durumundalar.

Tabii hal böyle olunca daha büyük bir sıkıntı baş gösteriyor; fiyatlar! Mezun olmama az bir zaman kaldı umuduyla geçirdiğim şu günlerde dahi olsa ben hala bir öğrenciyim ve bu kitaplara bu kadar parayı verir miyim, bir düşünmem lazım. ...... Düşündüm, evet veririm. :)

Bu yaz okumayı düşündüğüm dört tane önemli eser var(dı): Montaigne'den Denemeler, Dumas'dan Monte Cristo Kontu, Dickens'tan İki Şehrin Hikayesi ve Dostoyevski kankamdan Karamazov Kardeşler. Aşağıda bir yerlerde bulduğum en başarılı çevirilerini ve en uygun fiyatlı satıldıkları yerleri (bulabildiğim kadarıyla tabii) ekleyeceğim. Sadece Denemeler için aslında Nadir Kitap'ta daha uygununu bulmuştum ama kargo falan eklenince diğerleriyle aynı fiyata geliyordu. Ben de onun için hepsini tek bir yerden alıp kargoyu bedavaya getirmeyi planlıyorum. Meslek sırlarımı da deşifre ettiğime göre aşağıya bir göz atabiliriz.

Not: Kitap başlıklarını (yazar -> eser) benim en uygun fiyata bulduğum site olan Kitapzen'den veriyorum. Daha uyguna bulan olursa unutmayalım ki 'bilgi, paylaşıldıkça çoğalır'. :)

Montaigne -> Denemeler

300-500 sayfa falandır diye düşündüğüm bu güzide eser tam 1568 sayfaymış sayın seyirciler. Hayatımda böyle bozguna uğradığım nadirdir, afallattı yani, helal olsun. Gerçi benim de adım Michel, öntakım De, soyadım da Montaigne olsa ben de yazardım. Ne var yani? :)



Çooook zamandır okumak istediğim bir kitap. Büyük ihtimalle en çok bu kitabın düzgün bir çevirisini aramışımdır. Bir türlü emin olamıyordum ama en son kanaat getirdiğim hali budur. 464 sayfa, normal boyutlu bir kitap. Dickens, bazı arkadaşlar gibi abartmamış belli ki. :)






Alexandre Dumas -> Monte Cristo Kontu

Bunca yıldır neden okumamışım diye düşündüğüm bu eseri de iyi ki okumamışım. Çünkü gördüğüm kadarıyla bir İthaki çıkarmış hakkını vererek. Tam metin çevirisini burada bulabildim sadece. Bu kitabı çok seveceğimden eminim ama neden olduğuna dair en ufak bir fikrim yok. :) Bu arada bu kitap da 1056 sayfa imiş!






Bu yazının son kitabı da 1016 sayfalık çevirisiyle Karamazovgiller. Özellikle bu kitabın sayfa sayıları çok fark ediyor nedense ama bu basımı en çok övgü alan hali. Ayrıca bu kitabın çevirmeni Nihal Yalaza Taluy hakkında kötü söz eden tek kişi görmedim internette. Bundan sonraki tüm çevirilerimde önce bu ismi arayacağım sanırım. Bu kadar övülen bir de Seçkin Selvi vardı. Başkaları da vardı tabii ama ben özellikle bu iki zat-ı muhteremi çok gördüm.




Düşündüğümden çok daha uzun bir yazı oldu sanki. Olsun, bence çok iyi oldu çok da güzel iyi oldu taam mı? Evet, böyle bir yazıyı böyle bir paylaşımla bitirdiğim için ben de kendimi kınıyorum ve kaçarak uzaklaşıyorum.

Mutlu kalın. :)
 

6 Mayıs 2012 Pazar

Kısa Kısa Vol. 3

Bir pazar günü daha hazır hiçbir şey yapmamışken bari bir yazı yazayım da bloguma ilgi ve şefkat göstermiş olayım dedim. Aaah ah, zor zanaat blog sahibi olmak azizim. Başlayalım bakalım...

Kayıp Sembol (The Lost Symbol), geçen yaz tatilinde okuduğum kitaplardan biriydi. Yaza bırakmıştım; çünkü Dan Brown'ın diğer kitaplarını düşünüp 'lan bunu da elimden bırakamam, dersler zaten ağırken başlamayayım' demiştim. Amma lakin ki pek de öyle olmadı. Ortalarına kadar iyiydi, ortaları süperdi ama bitmedi bir türlü arkadaş! Uzattı da uzattı. Sıkıntıdan bir yandan açtım Google'ı, öyle okudum. Bari dedim yazdığı eserleri falan inceleyeyim. Hala ve ısrarla favorim Melekler ve Şeytanlar. Üzgünüm Danciğim, bir yerden sonra adamın asabını bozdun yani, uzatmayacaktın o kadar. Ha, uzatmasaydın da benim gözümde yine Melekler ve Şeytanlar'dan iyi olmayacaktı bu kitap. Önyargılıyım sanırım, evet.

Şibumiiiiii, şimdiye dek okuduğum tek Trevanian kitabı. Ve sanırım en iyi kitabından başlamışım okumaya. O nasıl bir kitaptı öyle ya? Bunu da geçen yıl Sabiha Gökçen Havaalanı'nda okumuştum uçağımı beklerken (evet, gerçekten o kadar uzun süre bekledim!). Bir de Ramazan'dı, aç karnına daha bir çarptı sanırım. Ne olursa olsun; çünkü hakkını verdi. Süper bir karakter ve kurgu, bu kadar olur. Felsefe desen var, aksiyon desen var, entrika desen var arkadaş! Feleğim şaştı okurken. Sadece mağara bölümlerinde biraz sıkılmıştım okurken ama sonra düşündüm de yok be dedim, oralar da ayrı bir güzelmiş. Okuyun derim ben. Şimdi yazmaya devam ettikçe ağzımdan bir şeyler kaçıracağım, çok ayıp olacak.

Puslu Kıtalar Atlası... İsmi yeter! :) Tek oturuşta kendisini okutan kitap! Müthiş, acayip, fevkalade, fenaaa! Daha ilk cümlesiyle beni benden aldı. Şöyle ki: "Ulema, cühela ve ehli dubara; ehli namus, ehli işret ve erbab-ı livata rivayet ve ilan, hikayet ve beyan etmişlerdir ki kun-ı kâinattan 7079 yıl, İsa mesihten 1681 ve hicretten dahi 1092 yıl sonra, adına Konstantiniye derler tarrakası meşhur bir kent vardı." Bu nedir arkadaş? Kaç kere okudum bunu hatırlamıyorum bile! Ha, bir şey anladım mı? Pek sanmıyorum ama sonradan sonradan açıldım tabii. :) Bu kitap da bence kesinlikle okunması gereken kitaplardan birisi. Öyle ki İhsan Oktay Anar'ın diğer kitaplarını da bir an önce okumayı düşünüyorum. Büyük yetenek... Kitabın içindeki birçok cümle 'Facebook ve Twitter vb. ortamlarda paylaşılacak özlü söz' kıvamında. Ben de çok yaptığım için sorun yok. :)

Şimdi fark ettim ki bu yazının başına Kayıp Sembol'ü koymak pek akıllıca olmamış. Diğer iki kitap da havada karada döver bence. Di mi? Evet ya, hiç şansı yok.

Şimdi bunları yazınca da bir kez daha gaza geldim, acilen kitap okumam lazım!

Bu güzide yazımı yine Puslu Kıtalar Atlası'ndan bir alıntı ile bitirmek isterim: "Dünya bir düştür, ah evet dünya! Evet, dünya bir masaldır."

Mutlu kalın efem...