19 Aralık 2023 Salı

35

"Önce ne olduysa, yine olacak.
 Önce ne yapıldıysa, yine yapılacak.
 Güneşin altında yeni bir şey yok."
 (Vaiz - Eski Ahit)

Sevgili Mustafa,
 
Nasılsın? Görüşmeyeli epey zaman oldu. Kafanı kaldırıp da aynaya baksan bile görüşebilirdik halbuki. Olsun. Gel, senle iki lafın belini kıralım. Sen isteyince iyi konuşursun, bakalım ben de becerebilecek miyim.

Bir süredir varla yok arasında geziniyor gibisin. Amaçsız mı kaldın, yoksa inançsız mı? Yer yer attığın kahkahalar da olmasa seni tanıyamayacağım. Hayır, seni suçlamıyorum. Kimin ne işine yaramış suçlama ki ben seni suçlayayım? Sadece anlamaya çalışıyorum. Dur dur, tamam, haklısın, biraz ofansif bir başlangıç oldu. Neyse ki ikimiz de sakin insanlarız.
 
***
 
Geride kalan bir yıla baktığımda geride kalması gereken bu bir yılın aslında hiçbir şeyden geri kalmadığını görüyorum. Büyümesini tamamlamak için kabuğunu defalarca kırıp atması gereken bir ıstakozmuşum da içimde büyüyen tek şey bir uçan balonmuş gibi hissediyorum. İçimde sabit bir boşluk bile yok, o bile geziniyor. Ruhum benden büyük, onu taşıyamıyorum. Geçmişi değil irdelemek, hatırlamak bile istemiyorum. Çünkü "acımasızca geçip giden zamandan geriye kalan sadece yalnızlıklarımız". Tüm güzel anılarıma ihanet mi etmiş oldum böyle diyerek? Keşke bunu sorgulamadan geçebilmiş olsaydım ve "keşke yalnız bunun için sevseydim seni".
 
Ne zaman kendimi kötü hissetsem ve özellikle de yalnızsam edebiyata adeta bir cankurtaran gibi sarılmışımdır. Yazının icadından bu yana bize kalan ne varsa merak ederim. 3-5 bin yıl önceki insanlar da mutluydu, mutsuzdu; iyiydi, kötüydü; keyif alıyorlardı, acı çekiyorlardı. Hiç değişmeyen bir duygudurum düzeni. Sonsuza kadar sabitlenmiş ve sürprize kesinlikle kapalı bir kehanet gibi. Varoluş sancısına hepsi kafa yordu ama terim olarak adı koyulana kadar sanki kimse çekmemiş gibi sayıldı. Bir gün her 'şey' için ilk kez birileri çıkıp bunun adı budur, ahan da buraya yazıyorum dedi ve o günden beridir bir şeyler daha ciddiye alınmaya başlandı. İşte, bu ciddiye alınma hali beni mahvediyor. Edebiyata aşığım ama tüm o yazılanlar yazılmamış ve bugüne gelmemiş olsaydı sanki biz bugün yaşayanlar daha bir haklı olacaktık, bilmeyecektik bizden önce yaşanılanları. Sanki daha önemli olacaktık. Şimdi? Şimdi çıkıp da "dünyada hiçbir şey insan ruhuna hiçlik kadar baskı yapamaz" bile diyemiyorum; çünkü benden önce Stefan Zweig demiş. Demiş olması mesele değil de yazmış olması biraz sorun. Zaten kaç tane harf var, biz nasıl özgün bir söylemde bulunacağız? Bizim acılarımız daha mı süssüz olsun? Bizim huzursuzluğumuzun meyvesi olmasın mı for god's sake?
 
Hiç düşündüğüm gibi bir yazı olmuyor. Böylesi de güzelmiş.
 
Belki Asaf Halet Çelebi "düşünmeden yaşayalım" derken biraz da bunu kast ediyordu. Bilemiyorum. İniş çıkışlarımın fırtınalı oluşunu Edip Cansever benden güzel açıklamıştı Mendilimde Kan Sesleri'nde. "insan yaşadığı yere benzer" diye yazmış, "o yerin suyuna, o yerine toprağına" demiş, "dağlarının, tepelerinin dumanlı eğimine" diye devam etmişti. Gerçekten de kendimi doğup büyüdüğüm yerine dağlarının, tepelerinin dumanlı eğimine benzetiyorum desem yalan olmaz.

***

Yer yer kafamın içinde şahane konuşmalar yapıyorum. Gerçekleşmesine dair bir beklentimin olmadığı (yalan) sahneler üretip birtakım monologlar ve diyaloglar eşliğinde günümü gün ediyorum. Mart ayında taşındığım bu evde, Şile'de, duvarların belli noktalarında gözlerimin nakşettiği hiç yaşanmamış mükemmel anılarım var. Özellikle rahatın battığı anlarda beynimin içinde açan gökkuşaklarını görebilmeyi ben bile isterdim. Böyle deyince sanki deliriyormuşum gibi oldu ama bu aslında hep böyleydi. Hatta diyebilirim ki günlük rutinimin dışına çıkmadığım günlerin geceleri hep böyledir. Ne de olsa "Yaşamın anlamı gece duyumsanır ve sorgulanır. Kimse bunu öğle yemeği sırasında tartışmaz. Yaşam gecenin konusudur." Bu belki biraz kemikleşmiş bir yaşam formu gibi görünüyor ve belki de bu 'belki'ler fazlalık.
 
Bilerek veya bilmeyerek, bilinçli veya rastgele kendime bir Bastiani Kalesi inşa etmiş olabilir miyim? Eğer bu sorunun yanıtı evetse beni bu kaleden kim, nasıl çıkaracak? Birine ya da bir şeye ihtiyaç duymadan ben kendim çıkamaz mıyım? Ya da daha güzeli, inşa ettiğim gibi köküne dinamiti döşeyip ben kendim bu yekpare (yekpareyi cümle içinde kullananlara selamlar) yapıyı yerle bir edemez miyim? Ederim elbet. Edeceğim de.

Ama öncesinde kalede mahsur kalmış rolü yapan kendime bir seslenmek isterim.
 
Ve sen, Mustafa, şimdi durmuş düşünürken ve sol elin bir yumruk halinde çenendeyken ve bir yandan alt dudağının sağ kenarını kemirirken tüm bu cümleyi tek elle mi yazdın? Khkhkhhjj. Hayır, zevzekleşmeyeceğim. Bunu bir çekim hatası olarak değerlendirip tekrar deneyeceğim.
 
Aaaand action!
 
Ve sen, Mustafa, şimdi durmuş düşünürken ve sol elin bir yumruk halinde çenendeyken ve bir yandan alt dudağının, oha hepsini tekrar yazıyorum; keşke kopyalayıp yapıştırsaydım. KESTİİİK!
 
Aaaaand action!
 
(Allah'ım, ne olur neşemi benden alma. Amin.)
 
Ve sen, Mustafa, şimdi durmuş düşünürken
ve sol elin bir yumruk halinde çenendeyken
ve bir yandan alt dudağının sağ kenarını kemirirken
ve belki de artık buraya yazmaktan gocunmayacak kadar gözlerin dolmuşken
ve sağ işaret parmağın klavyenin üzerinde hafifçe titrerken
ve beynin keşke 've'siz yazsan diye sana muhalefet ederken
ve inadından bunu asla silmeyeceğini bilirken
bana şu sorunun yanıtını verebilir misin: aklınla kalbin hâlâ bir mi?
 
Ve ben, Mustafa, şimdi durmuş düşünürken
ve gözlerim duvarlara yeni bir hayal daha nakşetmişken
ve göğüs kafesim derin nefeslerle kalkıp inerken
ve bir yanım nasıl etsem de kaçamak bir yanıt versem diye kıvranırken
ve zaman zaman gelen o aydınlanma anlarının getirdiği hafiflemeye güvenirken
kendime bu sorunun yanıtını verebiliyorum: evet.

Tutunabileceğim tek şey bu olsa bile benim için yeterli: aklım ve kalbim hâlâ bir. Çok şükür.

***
 
35 yaşında olmak da neresinden baksanız tuhaf. Çoğunlukla kendime bile kızmıyorum artık. Sadece biraz fazla refleks olmaya başladı her şey. Konfor alanından çıkmayı gerektirecek, öğrenme eğrisi olacak yeni şeyler deneyimlemek lazım. Ve fakat, kendimi biraz yorgun hissediyorum. Yine de o kaleyi yıkacağım, çölde açıkta kalacak olsam bile.
 
***
 
Edebiyat dedik, onunla bitirelim.
Şems'in "okuyarak öğreneceksin ama severek anlayacaksın",
Dostoyevski'nin "her şeyi bu kadar fazlasıyla anlamak hastalıktır"
dediği bu dünyada ben sanırım Yunus'a kulak vereceğim:
"sevelim sevilelim, dünya kimseye kalmaz."
 
Hadi bakalım.
"Uzanıp kendi yanaklarımdan öpüyorum."
İyi ki doğdum.

***
 
19 Aralık 2023
Şile
 

 

5 Ağustos 2023 Cumartesi

Bir Seferinde

"Sanki böyle kalmışsak ne çıkar karanlıkta
Yaşarız yaşanırsa azıcık ayrıntılarda
Sen sıkıntı mavi ve uzun
Boşalan bardakları bir daha bir daha doldurduğumuzun"

Bir seferinde ısırgan otlu bir hendeğe düşmüştün, her yerin pul pul kabarmıştı ve yanıyordun.

Bir seferinde Din Kültürü dersin 4 gelmişti. Köy yerinde insanlar sana gülmüştü, tüm o 5'leri aldığında çıtları çıkmayan o insanlar.

Bir seferinde kahkaha atarken başlayan hıçkırığın iki buçuk saat sürmüştü. Sonra da ne zaman içten gülecek olsan aha gene hıçkırık geldi gelecek diye düşünmeye başladın. Bugün hala hıçkırıyorsun içten gülünce.

Bir seferinde öğretmenin birisi "öylesin diye seni pas geçerim sanma" demişti. Şok olmuştun. Altı üstü andımızdan sonra sınıflara geçiyordunuz. Bazı insanların kendi sorunlarının acısını başkalarından çıkarmayı seçebileceğini o gün öğrenmiştin.

Bir seferinde başka bir öğretmen "kendi sorunuzla yenildiniz" demişti. Hayattaki en etik ve vicdani ikinciliğindi.

Bir seferinde bir buçuk günde sekiz yüz elli dokuz sayfa kitap okumuştun. Balkonda sol kolun güneşten yanmıştı. Kitabın sonunda kötü adam adeta küllerinden yeniden doğuyordu. Eee, şimdi bir sonraki kitabı nasıl bekleyeceğim diye düşünmüştün. Sonraları o seri için çok uykusuz kaldın. Bugün hala referanslarını kullanıyorsun.

Bir seferinde istediğin bölümü kazandığın için çok sevinmiştin. Lise yıllığındaki "hangi ilde yaşamak istersiniz" sorusuna sallayarak verdiğin yanıttaki ili tutturmuştun. Bunu yıllar sonra fark edecektin. Bugün hala her fırsatta oraya kaçıyorsun.

Bir seferinde yaralı bir kadını gözünün önünde sedyeden düşürmüşlerdi. Hayatının en kaliteli küfürlerinden birkaçını etmiştin, içinden.

Bir seferinde stres kırığı ile yıllar geçirdiğini öğrenmiştin. En azından bazı acıların biraz daha açıklanabilir sebepleri olabileceğini öğrenmiştin. Sonraları okuduğun bir alıntı ise boşluğuna gelmişti: "acı geçiyor, acı geçiyor, acı elbette geçiyor; acı çekmiş olmak geçmiyor". Biraz daha sonraları ise bunun kendini inşa edebilmen için gerekli olduğunu düşünmeye başladın. Bugün hala öyle düşünüyorsun.

Bir seferinde bir kütüphanede dünyanın en keyifli vaktini geçirmiştin. Günün birinde hiç tanımadığın birine her şeyini anlatabileceğini düşünmek gibi bir gündü. Hayatı yaşamaya değer kılanın belki de diğer insanlar olabileceğini düşünmüştün, her ne kadar "cehennem başkalarıdır" sözüne katılmadan edemesen de.

Bir seferinde bir filmde, ilk filmde sinemaya aşık olmuştun. Uğruna uykusuz geceler geçirdiğin o serinin ilk filmiydi. Sırf bu anı için bile dayına sonsuz minnet borçlusun. Belki de hala hayatında o günkü kadar "sevindiğin bir şeyi başka biriyle paylaşma ihtiyacı" hissetmedin. Bugün artık en çok beklediğin filmlere yalnız gidiyorsun.

Bir seferinde sırf yağıyor diye dışarı çıkıp ıslanmıştın. Bir yere gitmek için yağmurun dinmesini bekleyenleri hiçbir zaman anlayamadın.

Bir seferinde tüm arkadaşların bisiklet turuna gitmişti. Hiç kimsenin kabahati olmayan durumlarda bile insanın kendini bir dipsiz kuyuda bulabileceğini fark ettin. Kontrolü senin elinde olmayan konulara bu kadar emek harcamaman gerektiğini ama bunu başarma konusunda dünyanın en başarısız insanlarından birisi olduğunu gördün. Bu bilgi adeta ilk kez Dostoyevski okuyup o günden sonra huzuru kalmayan Cemal Süreya gibi yapmıştı seni. Sonraları ve bugün hala bu konuda yer yer goller yemeye devam ettin, ediyorsun.

Bir seferinde artık sağına soluna rahatça yatabildiğini fark etmiş ve sınıf atladığını hissetmiştin. Ancak bunu olduğunda değil olduğundan kim bilir ne kadar süre sonra fark etmiştin. Bu da sana gösterdi ki kötü olana tepki süren anlıkken iyiyi algılaman vakit alıyor. Daha sonraları bu, sevinç ve keder eşiklerinin çok dengesiz olduğunu gösterdi sana. Bugün üzerinde en çok çalıştığın konulardan birisi hala bu.

Bir seferinde öylesi güzel bir şeyin başına gelebileceğine ikna olman aylarını almıştı. İkna olduktan sonra ise çok daha uzun bir süreyi özüne dönmek için harcaman gerekmişti. Barış Bıçakçı'yı o dönem daha iyi anlamıştın: "hiçbir şey göründüğü hatta yaşandığı gibi değil, her şey hatırlandığı gibi".

Bir seferinde seni geçip giden küçük çocukla annesi arasında "bak, annesini dinlememiş, Allah yakmış" şeklinde bir konuşmaya şahit olmuştun. O gün 17 yaşındaydın, incinmiştin. Bugün bir o kadar daha yaşamış durumdasın ve o kadını görsen yapacağın tek şey "sen yanmak görmemişsin" demek olurdu.

Bir seferinde bir akraban su götürmez bir doğallıkla "zaten okumaktan başka çaresi yok" demişti. O gün kelimelere ve vurgulara daha bir gönülden bağlandın. Düşünmeden konuşma lüksü olduğunu sanan insanlar senin için karikatürize tipler olmaya başladı.

Bir seferinde birisi "dikiş payı bırakmaya çalış, üçün birini görme" demişti. Bugün hala deniyorsun. Bazen oluyor, bazen olmuyor.

Bir seferinde eve vardığında acıdan ve sinirden dakikalarca ağlamıştın. Sonrasında da şöyle düşünmüştün: bugün de yolda kalmadım.

Bir seferinde ilk kez yurt dışındaydın. İçinde ısrarın olmadığı bir dünyanın mümkün olduğunu görmüştün. Bu deneyim senin için paralel evrenlerin varlığına gözle şahit olmak gibiydi.

Bir seferinde Ürdün'deydin ve Ürdün'e kar yağmıştı. Bu da olmaz artık dediğin şeylerin senden bağımsız ve gayet zahmetsiz bir şekilde olabileceğini anlamıştın. Evrenin bizi umursamazlığı sayesinde kendimize, hayatlarımıza ve başımıza gelenlere istediğimiz önemi ve anlamı verebileceğimizi fark etmiştin.

Bir seferinde kara kaplı bir defterde aylarca yaşam bulmuştun. Ne zaman güzel bir el yazısı görsen şükran ve minnetle gülümsemen bundan.

Bir seferinde birisi Şule Gürbüz diye bir yazar var demişti. Bugün hala en az kişinin bilmesini istediğin yazarladan birisi kendisi. Bazı şeyleri sadece hakkını verebilecek insanların bilmesi gerekirmiş gibi bir his...

Bir seferinde daha fazla bekleyemeyeceğini kabul etmiş ve affını istemiştin. Bunun seni rahatlatacağını düşünmüştün. Eksik düşünmüşsün.

Bir seferinde rahmetli dayın elinde bir poşet dolusu muzla çıkagelmişti. Cam gibi net bir görüntü, şok olmuş bir çocuk sevinci. Dayına dair bir sonraki ve tek anın tertemiz ve huzurlu görünen ama artık aramızda olmadığını bildiğin bir yüzden ibaret.

Bir seferinde haftalarını bir yapboza vermiş, hiçbir şey düşünmemiştin. Bu sıralar yine aynı çılgınlığın peşindesin.

Bir seferinde birisi "bilemezsin Mustafa" demişti, bugün hala bilmiyorsun. Kendini layık mı görmüyorsun, yoksa zaten kazanmadığın bir şeyi kaybetmekten mi korkuyorsun; daha buna bile yanıt verememiş haldesin. Hayatı kaçırıyorum hissi de yok artık. Sanki her an her şey olması gerektiği gibi. Bazı anlar yoğun, bazı anlar hissiz.

Bir seferinde insanları kelimelerle daha çok incitebileceğini fark etmiştin. Gerçekten gerekmedikçe kullanılmaması gereken bir süper güç gibi gelmişti. İncitmek için kelimeler, öldürmek için yok saymak; tehlikeli sular...

Bir seferinde "üstüne vazife olmayan konulardan fikir beyan ediyor" şeklinde suçlanmıştın. Kendi düşüncelerine göre doğru gördüğün eylemlerin insanlar tarafından onlar nasıl isterlerse öyle değerlendirileceğini anlamıştın.

Bir seferinde İnşirah ile tanışmıştın. Bugün hala en büyük kalen ve savunma hattın o. Yer yer çökecek gibi olan inanç sistemini tek başına ayakta tutacak derece büyük, refleks olarak kullanılmaması gerekecek kadar kıymetli.

Bir seferinde daha bu yazıya başlamıştın. Bitirememiştin. Bugün onu da yapabiliyorsun. Elinde tek kullanımlık bir sihirli değnek olsa kırıp atar mıydın, yoksa istediğin anıları unutabilmek için mi kullanırdım diye merak ediyorsun. Halbuki yanıt hep oradaydı ve hiç değişmedi. Çünkü "insan sonunda istediği yere vardığında yolda başına gelenleri unuturmuş".

***

Bazen kendimi sırf meraktan yaşıyormuşum gibi hissediyorum. Bakalım daha neler göreceğiz.